Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Joker

Hayatın yalandan ibaret olduğunu tamamen fark eden joker kadar sistemin insanları görmesi için illa kaos mu lazım sorusunu da sordurtur film

2019 yılında çevrilen Tod Philips’in yönettiği, başrol Joaquin Phoenix’in oyunculuk dersi verdiği ve rolünü arşa çıkararak Oscar dahil tüm ödülleri süpürüp götürdüğü Joker filminden bahsedelim istedim bugün. Hayaller ve gerçekler sarmalında filme değişik bir açıdan yaklaşalım.

Joker zamanın ruhunu çok iyi yakalayan bir film. Film boyunca çöp metaforu hep ön planda. Kentte herkes birbirine çöp muamelesi yapmakta, herkes birbirinin içinden geçip gitmektedir adeta. Birçok dilin bulunduğu ortamda tek bir dil konuşulmamaktadır. Sevgi ve şefkat dili!

Çocukluğunda şiddet görmüş, ihmal edilmiş, ebeveynsiz büyümüş, 40 yaş üzerinde ve hasta olan Arthur ayrıca yaşlı annesine de bakmaktadır. Çoğu zaman işsiz, çevresiz, kenar mahallede yaşayan, sürekli zorbalık gören ve sakinleştirici ilaçlarla ayakta kalabilen zavallı bir profildir. Arthur’un tek istediği; sevdiği işi yapabilmek, sevilmek, şefkat görmek ve takdir edilmektir. Aynen hepimiz gibi… Bir birey olarak var olmak toplum içerisinde birilerinin onun varlığına inanmasını ister. Tıpkı her birimiz gibi…

suheyl.aygul@turkkariyer.com

14 Ocak 2022

Joker
Hayatın yalandan ibaret olduğunu tamamen fark eden joker kadar sistemin insanları görmesi için illa kaos mu lazım sorusunu da sordurtur film

2019 yılında çevrilen Tod Philips’in yönettiği, başrol Joaquin Phoenix’in oyunculuk dersi verdiği ve rolünü arşa çıkararak Oscar dahil tüm ödülleri süpürüp götürdüğü Joker filminden bahsedelim istedim bugün. Hayaller ve gerçekler sarmalında filme değişik bir açıdan yaklaşalım.

Joker zamanın ruhunu çok iyi yakalayan bir film. Film boyunca çöp metaforu hep ön planda. Kentte herkes birbirine çöp muamelesi yapmakta, herkes birbirinin içinden geçip gitmektedir adeta. Birçok dilin bulunduğu ortamda tek bir dil konuşulmamaktadır. Sevgi ve şefkat dili!

Çocukluğunda şiddet görmüş, ihmal edilmiş, ebeveynsiz büyümüş, 40 yaş üzerinde ve hasta olan Arthur ayrıca yaşlı annesine de bakmaktadır. Çoğu zaman işsiz, çevresiz, kenar mahallede yaşayan, sürekli zorbalık gören ve sakinleştirici ilaçlarla ayakta kalabilen zavallı bir profildir. Arthur’un tek istediği; sevdiği işi yapabilmek, sevilmek, şefkat görmek ve takdir edilmektir. Aynen hepimiz gibi… Bir birey olarak var olmak toplum içerisinde birilerinin onun varlığına inanmasını ister. Tıpkı her birimiz gibi…

Var olmak algılanmış olmaktır!

Arthur, yaşadığı tüm öğretilmiş ve öğrenilmiş çaresizlikleri komedyen olmak fikri ile aşar. Zaman zaman otobüste sevimli bir çocuğun kocaman gözlerinin içerisinde sevgi kırıntıları toplamaya çalışarak sevgisizliğe direnir. Hiç olmayan babası yerine koyduğu ve hayranı olduğu Murray’in (Robert de Niro) komedi Show’larını izleyerek komedyen olma fikrini satın almıştır. Bu hayaline ulaşmaya çalışırken çok çabalamakta fakat ilgi alanı ile etki alanını örtüştüremediği için başarıya da bir türlü ulaşamamaktadır. Pozitif duyguların egemen olmadığı bir ortamda işi zaten zorlaşmakta başına bela olan istemsiz gülme krizleri ile de toplumdan iyice izole hale gelmektedir. Bu kadar çok kahkaha barındırıp bu kadar çok hüzünlendiren bir trajedi filmi yoktur belki de. Hastalığı nedeniyle attığı her kahkahasında böğüre böğüre ağlıyormuş hissi uyandır adeta. Hayatı boyunca gülmemiş birinin gülüşü nedeniyle toplumun onu dışlanması ve annesinin onu “Happy” ismiyle çağırması da filmde dikkat çeken diğer ironilerdir. Yapmak istediği iş konusunda hevesli ve düşlüdür ama güçlü değildir. Her zamanki gibi karşılıksız bir aşka dönüşmüştür komedyenlik hedefi. Kim olduğu ve ne yapmak istediği arasındaki ilişki çok zayıftır. Hayatta ne isterse onu çekemeyeceği neyse onu çekeceği realitesine uzaktır. Çoğu zaman dışarıda bulamadığı mutluluğu sürekli içine kaçarak olmayan hayaller ile bulmaya çalışır. Beslendiği kaynak iş için rol-model aldığı Murray’dir. Sevgi ve şefkat konusunda ise güzel kapı komşusudur umut nesnesi. Aslında yalan ve hayaller üzerine kurgulu bir hayattır yaşana gelen.
“Nothing as it seems” diyerek film özet geçer buraya kadar!

Ucuz bir tabelayı bile haylaz bir grup gence kaptırdığında çalıştığı iş yeri zarar görmesin diye tek başına onları kovalar ve sıkı bir dayak yer. Sonuçta iş yeri onu tabelayı çalmakla suçlar. İstemediği halde zorla kendisine silah veren arkadaşı silahı gözükünce verdiğini inkar eder ve kovulmasına neden olur. Metroda bir kadını taciz eden üç züppe Wall Street bankacısının saldırısına uğrar ve kendini savunurken onları öldürmek zorunda kalır.

Ailesi ile ilgili her şeyin yalanlar üzerine kurulu olduğu konusunda kendi gerçeğini öğrendiğinde geçmişi ile yüzleşir. Murray programında onun görüntülerini gösterip aşağıladığında ise öğrenilmiş çaresizliklerden öğrenilmiş umutsuzluk aşamasına doğru yola çıkar artık. Tutunduğu her şey yok olmuştur. Kök duygusu kaybolmuştur.

İşten ayrıldığı sahnede odayı terk edip merdivenlerden inerken “dont forget to smile” tabelasında yazan forget to’yu karalayarak “don’t smile”a dönüştürür. Artık gülmekten ve happy rolünden vazgeçmiştir. Komedyen benliğinden joker benliğine doğru adım adım ilerlerken buz üzerindeki yaptığı yürüyüşün çatırdamaları seyirciye tarafından artık hissedilir hale gelmiştir. Hayatın onu başarısız bir komedyen olarak şekillendirmesindense, kendisini daha güçlü ve özgür hissettiği joker benliğine geçişi tercih edecektir. Aşağılık kompleksinden üstünlük kompleksine yükselecektir.

Zor bir çocukluk geçirmiştir. Çok katmanlı psikolojik bir karakteri vardır. Baba figürü eksikliği, ruh hastası bir anneden gördüğü fiziksel şiddet bilinç altında gizli bir şiddet rezervi oluşturmuştur. Arthur aslında kesilen sosyal destek ve ilaçlardan dolayı da daha önce bastırılarak sakin kalabilen şizofrenik karakterinde var olan potansiyeline doğru yürümektedir artık!

Anne diye bildiği yalanları ile kendisini baktıran insanı öldürerek özgürlüğe giden yolda ilk yükünden kurtulur. Evine gelen iki arkadaşından kendisini kovduranı vahşice öldürüp onunla hesaplaşır. Kendisine hep iyi davranan cüce arkadaşını ise alnından öperek serbest bırakır. Hâlâ tam olarak “saf kötü” olmuş değildir. Kontrolsüz, acımasız narsistik ve psikopatik bir katil olması için bir level daha vardır. O da Murray’in talk-showudur!

İşten eve dönerken sürekli aşağıdan yukarı tırmandığı sisifos çağrışımlı dik merdiven artık yukarıdan aşağı dans ederek indiği muhteşem bir lunapark aygıtına dönüşmüştür. Her cinayetten sonra kapılardan ve pencerelerden içeri ışık gelmekte ortalık aydınlanmakta ve kameraya yansıyan hayat onu daha görünür ve özgür kılmaktadır.

Showa çıkmadan önce Murray’den bir istekte bulunur. “Beni lütfen joker olarak çağırır mısın?” der. Varoluşsal sancılarına artık bir son vermek yeni benliğine bir an önce geçmek istemektedir. Murray’in programına katılmadan çok önce baş edemediği sistemle canlı yayında hesaplaşarak intihar etmeyi planlamış bunun için evde prova bile yapmıştır. Arthur’un tek amacı sistemin bir an için bile olsa onu gerçekten görmesini sağlamaktır. Ancak Murray ne zaman ki Arthur’un cinayetleri neden işlediğini anlamak yerine onu aşağılamaya başlar o da Joker benliğine artık tam olarak yerleşir. Murray’a “Ölen kişi ben olsaydım üzerime basıp geçerdiniz ama üç tane kötü insanı öldürdüm diye tüm dünya ayağa kalktı.” der ve kendisinin değil bir ömür boyu taptığı Murray’in kafasına sıkarak tüm sistemin karşısında joker olarak geçer. Artık metamorfoz tamamlanmış ve anti-kahraman değişimi nihayete erdirmiştir.

Joker tutuklanmış polis aracında giderken şehirde çıkmış olan isyana bakar. Derinlerde hissettiği kendini gerçekleştirme tatmini yüzüne yansımıştır. Joker insanların bilinç altında bastırılmış çılgınca kötülük istencini tanımış ve kötülükle var olabileceğini düşünmeye başlamıştır. Kaosun onları görünür kılacağından artık emin olmuştur. Yolda gördüğü binlerce joker maskesi onu etkiler. Kendisini değerli hisseder. Artık tam görünür olmuştur. Varlığını sorgulamak yerine kötü biri olarak var olabileceğini fark etmiş ve tam olarak dönüşmüştür. İsyancılar tarafından polisten kurtarılışı ve devrik aracın üzerindeki dans sahnesi de etkileyicidir. Arka fonda “I used to think that my life was a tragedy, but now I realize, it’s a comedy!” şarkısı çalar. Hayatın yalandan ibaret olduğunu tamamen fark eden joker kadar sistemin insanları görmesi için illa kaos mu lazım sorusunu da film sordurtur izleyiciye bu arada!

Arthur’un Joker’e dönüş yolculuğunu film çok güzel anlatır nedenleriyle. Kahkahaların arkasındaki acıyı oldukça iyi hissettirir muazzam bir oyunculuk ve güçlü bir empati ile.

Yeri gelmişken jokerin iskambil kağıtları içerisindeki esrarına değinelim. Joker kartı hepsinden farklıdır. Ne sinektir. Ne karo, ne kupa ne de maça. İki veya on, papaz veya kız değildir. Joker kartı filozoftur. Sorgulayandır! Elli iki tane iskambil kartı öylece yaşar joker kartı varoluşunu sorgulayandır. Bu yüzdendir ki çoğu zaman çıkarılıp bir kenara koyulur. Toplumun içerisinde düşünmeden, bitkisel hayatta gibi yaşayan, her şeye sorgusuz sualsiz baş eğen, ensesinde vurup lokması alınan binlercesi var muhakkak. Oysa sorgulanmamış bir yaşam hiç yaşanmamış demektir. Kendinden mezun olmadan başlamıyor insanın yolculuğu!

Madem, ‘nothing as it seems’ diyen filmin mesajını aldık.

“Farkındalığın en büyük erdem, bilinçsizliğin en büyük günah” olduğunu belirten mesajla da biz kapanışı yapalım o zaman.

Leave a comment