Bir şehir düşünün ki…
1984 yılının bahar meltemleri esen güzel bir Ankara akşamında Hacettepe ve Ankara Tıp, ODTÜ ve Gazi İşletme Bölümleri’nde okuyan bir grup Trabzonlu genç ellerinde bayrakları, kalplerinde umutları, ruhlarında coşkuları ve dudaklarında en güzel şampiyonluk şarkıları ile Ankara tren garından Kadıköy’e doğru, aralarında yıllarca yankılanacak, unutulmaz bir yolculuk başlatırlar. Ankara’ya farklı şehirlerden gelmiş ve benzer üniversitelerde okuyan Fenerbahçeli gençler de aynı maça gitmek için bir süre sonra tren garında yerlerini alırlar. Onlar da bayraklarını açar, şarkı ve sloganlarla karşılık verirler. Gece Eskişehir tren garındaki molada aralarında ufak bir gerginlik yaşansa da centilmenlik ve ortak akıl kazanmayı bilir. Grubu Kadıköy’de Boğaziçi, YTÜ, İstanbul hukuk ve iktisatta okuyan arkadaşları karşılar. Özlem dolu harika bir sohbet ve maç muhabbetiyle geçirilen bir günün ve gecenin sonunda saat 03.00’te Kadıköy Stadı önünde kuyruğa girerler. Yüreklerindeki Trabzonspor tutkusu ve gençliğin bitimsiz ateşi onlara az gelir, kuyrukta da ateşler yakıp heyecanla maç saatini beklemeye başlarlar. Tarih 1 Nisan’dır.
Şükrü Saraçoğlu stadı bugünkü konforlu yapısında değildir. Oturma yerleri betondur. Beton üzerinde geçirilen saatler kuyrukta geçirilen saatlere eklense dahi kimse yorgunluk hissetmez zira herkesin aklı fikri şampiyonluktadır. Genç yaşta efsane kadronun beş şampiyonluğunu yaşamış bu şanslı gençlerin altıncı şampiyonluk konusunda da takımlarına güvenleri tamdır. Fırtınalar estiren efsane takımdan A. Kemal, Serdar Bali, Kadir, Dozer Cemil, Necmi, Hüseyin, Ahmet, Necdet ayrılmış olsa da Şenol, Necati, Turgay, Kemal, K.Şenol, Osman Denizci, Tuncay, İskender ve Hasan gibi yıldızlar o gün sahadadır. Fenerbahçe takımında ise Yaşar, Cem, Erdoğan, Onur, Müjdat, Arif, Engin, Repciç gibi bilinen isimler mevcuttur. Karşılıklı yapılan tezahürat ve ritüellerden sonra nihayet maç başlar. Maçın hakemi Sadık Deda’dır. Trabzonspor’un başında Ahmet Suat Özyazıcı, Fenerbahçe’nin başında ise Stankoviç vardır. Stresli geçen maçta uzun süre gol olmaz. Maçın bitimine yakın 89. dakikada Turgay’ın faul atışı için ceza sahasına ortaladığı süzülerek gelen topa çıkmayan kaleci Yaşar ve Erdoğan’ın çaresiz bakışları arasında Onur ile birlikte yükselen Dobi Hasan topu ağlarla buluşturur. Golle birlikte kendilerinden geçen gençler, yedi sıra aşağıya kadar tanıdık tanımadık tüm fanlarla kucaklaşıp öpüşerek inerken kimi saatini kimi gözlüğünü kaybeder kiminin de gömleği yırtılır ama kimse o an zafer duygusundan başka hiçbir şeyi umursamaz haldedir. Trabzonspor o tarihi gün altıncı şampiyonluk kupasını kucaklayarak müzesine götürür. Akşam trenle Ankara’ya dönerken Fenerbahçeli gençler onları tebrik eder, onlar da diğerlerini teselli eder. Dostluk kazanır. Bir sonraki sezon için tekrar görüşmek üzere birbirlerine başarı dileyip vedalaşırlar.
Aslında bu yolculuktaki grupta yer alanlardan biri de bu satırların yazarı olarak bendim. Yıllarca aramızda konuşmak, gözlem yapmak adına şahane bir deneyim ve şans olmuştu hepimiz için gerçekten. Trabzonspor’u tutan Trabzonlu gençler ve diğer takımları destekleyen farklı şehirlerden gelen gençler arasındaki temel fark, onların kendi şehir takımlarını değil de üç büyük takımdan birini destekliyor olmalarıydı. Bu noktada aklınıza “Bu şehir takımı güzellemesi nedir ki?” diye bir düşünce gelebilir. “Herkes kendi doğduğu şehrin takımını tutabilir, ne var ki bunda?” diyebilirsiniz. İşte fark da tam bu noktada başlar. Fark aslında şehirlerde değil şehrin arkasından giderken sınırsız enerji hissettiren, onunla yatıp kaldırtan tutkudadır. İnsanları birbirine yapıştıran, bütünleyen de bu tutkudur. İşte bu nedenle “Bir tutkudur Trabzonspor!”
Bir şehir düşünün ki,
Maç saatine göre her şeyi programlayıp sadece maç konuşup maça konsantre olan,
Her maç şehri bordo-mavi bayraklarla donatan,
Caddelerinde sadece bordo-mavi formalarla dolaşılan,
Karnavala gider gibi ritüeller ile maça akan,
Galibiyette meydanlarda horon / kolbastı oynayan,
Mağlubiyette birkaç gün kendine gelemeyen,
Her deplasman maçında seyircisi coşkuyla rakip tribünlerde yer alan, dolmaz denen olimpiyat stadını bile dolduran,
Dünyanın dört bir tarafında farklı maçlara TS formasıyla gitme cüretini gösteren…
Bir şehir düşünün ki;
Başka bir takımın şampiyonluğu hiçbir zaman kutlanmayan,
Dünyanın dört bir tarafında şampiyonluğunu kutlayan,
61 rakamlı telefon numarası ve plaka almak için her şeyi sonuna kadar zorlayan,
Sabır konusunda toleransı olmayan!
Dünyada çok azdır böyle tutkulu şehir takımları. Benzer bir tutkuya sadece Napoli’de denk geldim. Orada da tüm şehir, maç günü tek kalp, tek yumruk olup arenaya çıkarmışçasına tutkulu bir şekilde maçlarına ritüellerle hazırlık yapıyor. Her maçta Maradona’nın anısına, görevli biri tarafından Arjantin bayrağı gururla ayrı bir bölümde ve tek başına sallanıyor, şehir takımıyla bütünlenip nefes alıp veriyor.
1975 yılına kadar saf ve sınırların belli olduğu, herkesin üç büyük takımdan birini desteklemek durumunda kaldığı bir dönem yaşandı. Trabzonspor işte bütün yerleşik ezberleri bozarak hikayeyi yeni baştan kaleme alan efsanenin adıdır. Bu nedenle TS bir oyun-bozandır. Trabzonspor asidir ve devrimcidir. Barselona’yı, İnter’i, Liverpool’u yenen ilk Türk takımı olarak Anadolu’nun ve dünyanın dört bir tarafından müthiş destek alıp taraftar kitlesini genişleten, şehir takımı olmanın çok daha ötesine geçerek insanları birleştiren bir tutkaldır.
1984 yılındaki bu efsane maça gelen gruptaki üniversiteli gençler yaş aralığı itibariyle liseye kadar doğdukları şehirde okumuşlardı. Orta öğrenimleri boyunca (1975-81 yılları arasında) beş kez efsane takımla şampiyonluk duygusunu yaşamanın gururunu tatmışlardı. 1984’de yaşanan altıncı şampiyonluk sonrası yazı konusu bu şanslı gençlerin, tutkularının sonucunu bir daha almak için orta yaşın sonlarına kadar beklemek zorunda kalacakları sene sayısı; tam 38 olacaktı. (2010-11 sezonunu da unutturmaksızın!)
Bu süreç zarfında İstanbul’da yaşayan bu gruptaki gençlerin kimi profesör, kimi sanayici kimi üst düzey beyaz yakalı ve iş insanı olur. Kurdukları ailelerde doğan çocuklar, tutunacakları yaşanmış bir şampiyonluk hikayesi olmadığından tuttukları takım itibariyle eğitim hayatları boyunca sınıflarında yalnızlaştılar. Ama tutkularını, mavi alevlerini tekrar harlayacak ateşi bekleyip duruyorlar.
Üniversiteyi bitirerek kariyer hayatına atılmış bu tutkulu grubun gençleri arasında finans sektöründe çalışanlardan birinin ilginç hikayesine bu noktada yer vermeden geçmek de olmaz. Bu arkadaşımız 1996 yılında, Fenerbahçe’nin Avni Aker’de çıkacağı şampiyonluk maçından önce, gayet iyi komşuluk ilişkileri içerisinde olduğu Fenerbahçeli Kaptan Oğuz Çetin, kaleci Engin İpekoğlu ve kayınpederi Selamiçeşme’de aynı apartmanda oturmaktadır. 96 Sezonu Trabzonspor’un çok güçlü bir kadrosu vardır. Takımın başında Şenol Güneş bulunmaktadır. Zevk veren ve sonuç alan futboluyla şampiyonluk için de en büyük favoridir. Kadrosunda o dönem Şota, Ünal, Hami, Abdullah, Tolunay, Ogün, Lemi, Orhan Çıkrıkçı gibi yıldızlar bulunmaktadır. 11 maçlık bir galibiyet serisi yakalamış, 21 hafta liderlik koltuğuna oturmuştu. Fenerbahçe’nin başında Parreira vardır. Hafızası şampiyonluklarla dolu bu arkadaşımız da geliyor gelmekte olan diye düşünerek kendi çapında ilham veren bir öykü yaratma peşindedir. Anılan apartmana dev bir Trabzonspor bayrağı asacak ve arkadaşları olan Televole ekibi ile önünde bir çekim yaparak tarihe iz düşümü bırakacaktır. Motivasyonu bu konuda üst düzeydedir. Maalesef evdeki hesap çarşıya uymaz. 5 Mayıs’taki o unutulmaz maç puslu bir havada oynanır. Trabzonspor ilk yarıda müthiş bir futbol oynar. 18. dakikada Abdullah’ın attığı enfes golle öne geçse de sonrasında Rüştü kalesinde devleşir. 55. dakikada Oğuz’un serbest vuruştan attığı şık gol sonrası 82. dakikada Aykut’un ayak içi plasesi ile attığı gol Fenerbahçe’ye maçı ve şampiyonluğu kazandırır. Maç sonrası bütün şehir ölüm sessizliğine bürünür. İnsanlar uzun süre kendine gelemez. Şehir yıllarca bu travmayı atlatamaz. İntiharlar bile söz konusu olur. Arkadaşımız da o gün hayatının en büyük travmasını yaşar. O gece hiç uyuyamaz. Sabahı zor eder ve çok erken saatlerde de işe konsantre olup bir an önce negatif psikolojiden sıyrılmak için bankasının yolunu tutar. Masasında onu sarı çiçeklerden oluşan lacivert bir sepet beklemektedir. Göndereni hala öğrenememiş kendisi de araştırmamıştır. Sepeti görünmeyen bir yere kaldırır. Ağzını bıçak açmaz gün boyunca. Yöneticisi geldiğinde onu çağırıp teselli etmeye çalışırken “istifa ediyorum” sözleri ağzından dökülür. Yöneticisi, Trabzonspor’un kariyerinden daha değerli olup olmadığını sorgulamak durumunda kalır. O da kafasının iyi olmadığını, ortamdan uzaklaşması gerektiğini, iki ay yurt dışında (Londra’da) eğitim alacağını söyleyerek kararında ısrar eder. Bu esnada eşi de altı aylık hamiledir. Yöneticisi üst yönetim ile görüşür ve çalışanının potansiyelinden bahsederek ona iki ay ücretsiz izin verilmesi konusunda onay alır. İki ay sonra geri dönen gencimiz finans sektörünün kendisine gösterdiği bu güveni boşa çıkarmaz ve yıllar sonra bir bankada Genel Müdürlük mertebesine kadar yükselir. Genel Müdür olduğu bankanın hangi banka olduğundan ise hiç bahsetmeyelim☺ Bu arada eşinin doğumuna da yetişir. Bugün 25 yaşında olan ve Trabzonspor tutkusunu aynen genlerine işlediği oğluyla takımının yurt içi ve dışı maçlarından WhatsApp grubumuza mutluluk ve zafer pozlarını göndermeye devam eder.
Bu sezon 38 yılın birikmiş özlemi, tüm zamanların en müthiş lig istatistikleri ve açık ara “En Baskın Şampiyonluk Hikayesi”ne doğru adım adım ilerlemektedir. Şampiyonluk yolculukları esnasında Ahmet Suat Özyazıcı’nın kattığı ruh ve tutku, Özkan Sümer’in eklediği mücadele, disiplin ve vizyon ile büyüyen bu camia hedefe giderken hep unuttuğu sabrı ise Abdullah Avcı ile öğrenmeyi başarmıştır sonunda.
O nesil bu nesil kısaca bizim neslin uşaklarının hepsi birleşmiş tek yürek olmuştur.
Arka fonda artık Vira’nın Trabzonspor marşı duyulmaktadır.
“Biz dar sokaklarında dinmeyen yağmurunda, Kendimizi bulduk rengine tutulduk, aşık olduk biz sana…”
Yeşilin mavi ile buluştuğu bu tutkulu şehir nefesini tutmuş o günü bekliyordur artık.
O gün Efsane kaptan Şenol Güneş’in adını taşıyan stadyumun yeşil sahasından mavi gökyüzüne doğru o kupa tekrar kalkacak ve yılların özlemi nihayetlenecektir.
Hayat futbola benzer dostlar.
Anlatılan iki maçta olduğu gibi, bazen yeneriz bazen de yeniliriz.
Öncesiyle ve sonrasıyla futbolun sadece futbol olmadığını, tutkunun ise her şey olduğunu da biliriz.
Tutku; ruhun yücelip bedenin buharlaştığı, kişinin kendini bütünlediği, tam odaklanmanın hazzını yaşadığı özel bir varoluş halidir. Zaman duygusu yok olur, akışa girer, arkasından sınırsız bir enerji ile gidersiniz.
Tutku insanları bir araya getiren bir tutkaldır.
Tutku neyi çok yapmayı istediğinizden ziyade nelerden vazgeçmeyi göze alabildiğinizle ilgilidir.
Bu nedenle de bir tutkudur Trabzonspor!
- Behram Kılıç’ın Efsane 61 maç- Trabzonspor Tarihi kitabından maç bilgileri alınmıştır.